
Lillian Gish (1893–1993)
Sinemaya adanmış bir yaşam...
Şimdi sizlere bir mucizeyi tanıtacağım. Sinemayla geçen yaklaşık 75 yıl. Çoğu insanın ömründen uzun bir süre. Lillian Diana Gish, 1893'te Ohio'da doğdu. Babasını hiç tanıyamadı. Babası alkolik, sorumsuz bir insandı ve evi terkedip gitmiş, annelerini iki kızla başbaşa bırakmıştı. Anneleri, Mary Gish sanatçı bir kadındı. Kendine ait ufak bir tiyatro kampanyası bile kurmuştu ve aile Amerika'nın çeşitli yerlerinde gösteriler sergileyip para kazanıyordu. Bu şartlar altında Lillian, kız kardeşi Dorothy ile birlikte ilk defa sahneye çıktığında 6 yaşındaydı. Çeşitli yorumculara göre eğer sinemaya geçmeseydi çok büyük bir tiyatro oyuncusu olabilirdi ama sinema onun alnına yazılmıştı.
Küçük yaşlarından itibaren, sonradan Amerika'nın bir numaralı kadın oyuncusu olacak Mary Pickford'la arkadaş olmuştu. Kısaca Mary Pickford için şunu söyleyebilirim. Asla, mesela bir Greta Garbo gibi uluslararası planda tanınmamıştır ama Amerika'da kadına taparlar. Bugün bile ismi bir efsanedir. Erkeklerde Charlie Chaplin ne ise kadınlarda Mary Pickford odur. Zaten lakabından belli: "America's sweetheart". Amerika'nın sevgilisi.
Bu durum Lillian Gish için büyük avantaj oluşturacaktı; zira ilerde Mary Pickford ona yükselişinde çok yardım edecekti. Her iki kiz da benzer karakterlere sahipti. İkisi de dindar ve muhafazakardı, ikisi de geleneksel ahlaka çok önem veriyor ve erkeklere yakınlaşmaktan kaçınıyordu.
19 yaşındayken Lillian, en büyük yönetmen ve yapımcılardan biri olan D.W.Griffith ile tanıştı. Griffith kızın asil tavırlarından ve güzelliğinden o kadar etkilenmişti ki, hemen ona bir rol verdi. Böylece Lillian 1912 yapımı "Görünmeyen Düşman" isimli kısa metraj bir filmle beyazperdeye giriş yaptı. 1916 yılında kadar yaklaşık 80 kısa metraj filmde oynadı. 1920'lere girildiğinde o kadar ünlü olmuştu ve kendine güveniyordu ki hangi filmlerde oynayacağına kendisi karar veriyor ve çok seçici davranıyordu. Bu arada arkadan muhteşem bir kuşak gelmekteydi. Gloria Swanson, Norma Shearer, Clara Bow, Theda Bara gibi isimler sinema salonlarını doldurmaktaydılar. Fakat, şaşılacak bir şekilde, Lillian Gish'in yüzü hiç eskimiyordu. 30-35 yaşlarında bile, yüzünde sanki 16 yaşındaki bir genç kız havası vardı.
1930'ların başlarında sessiz dönem oyuncuları birer birer perdeden ayrıldılar. Sesli sinema dönemi başlıyordu ve oyuncuların ezici bir çoğunluğu uyum sağlayamayacaklardı. Clara Bow gibi sessiz sinemanın idolü bir kadın bile, karşısında mikrofonu gördüğünde şaşırıyor, neler söyleyeceğini unutuyordu. Theda Bara sinir krizleri geçirmekteydi. Louise Brooks aylarca içmiş, bir iki sesli filmde yan roller aldıktan sonra dans okulu açmış ve perdeyi terketmişti. Mary Pickford, ilk sesli film örneğini seyrettikten sonra yanındakilere dönüp "hanımlar, bavullarımızı toplayalım, bu iş buraya kadar..." demişti. Pickford oyunculuktan yapımcılığa geçti ve çok başarılı oldu. Charlie Chaplin'le birlikte United Artists şirketini kurdu. Ayrıca, sonradan Oscar diye anılacak Amerikan Film Akademis'inin 36 kurucu üyesinden biri oldu. Sinemadan bir servet kazandı ve dünyanın en zengin kadınlarından biri olarak öldü.
Geçiş yaşanırken, Lillian Gish 10 sene kadar ortalardan kayboldu. Sonra 40'lı yıllarda geri döndü. Nerdeyse 50 yaşında. Paraya mı ihtiyacı vardı, bilemiyorum. Oynadığı filmlerden birkaç tanesini saymama bile gerek yok. Listeye baktım. Hepsi 2. sınıf diyebileceğim filmler. Bunlardan sadece bir tanesinde, 1947 yapımı "Güneşin Altında Düello" filmiyle en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar ödülüne aday gösterildi ama kazanamadı. 60'lardan sonra TV dizilerine geçiş yaptı. Hatta, ülkemizde de çok sevilen "Aşk Gemisi" dizisinin bir bölümünde bile rol aldı.
Bu yazdıklarımda şaşılacak bir şey yok. Çoğu oyuncu, yaşlanmaya başladıklarında, sinema kadar hüner gerektirmeyen ve daha avama yönelik olan TV yapımlarına geçmiştir. Asıl şaşılacak yere gelmek isterim. Bu güzel kadın, ömrü boyunca hiç evlenmedi. Nerdeyse hiçbir gönül ilişkisi veya yatak ilişkisi olmadı. Sanki dünyaya sadece filmlerde oynamak için gelmiş gibiydi. Hiç abartmıyorum, sessiz sinema dönemiyle ilgili yüzlerce sayfalık bilgi okudum ve binlerce resme baktım. Benim tutkumdur. Hiçbir yerde Lillian Gish hakkında bir aşk skandalına, bir seks ilişkisine veya kumar, uyuşturucu, içki vs kaydına rastlamadım. Çok aramama rağmen bir tane bile erotik pozunu bulamadım. Hollywood'un çılgın partileriyle zaten hiçbir alakası olmamış. Kadın sanki bir azize gibi yaşamış. İnanılacak gibi değil. Hakkında, yönetmen D.W.Griffith'e platonik şekilde âşık olduğu iddiası vardır ama ne derece doğrudur bilemem. Hollywood gibi bir ortamda hem güzel, hem ünlü olmak ve böylesine temiz kalabilmek gerçekten şaşılacak bir durum.
Onunla ilgili şöyle bir eleştiri yapabilirim. Evet, çok güzeldi, çok iyi oynuyordu ama bir tarzı yoktu. Oysa sessiz sinemada pek çok oyuncunun kendilerine has tarzları vardı. Örneğin, Louise Brooks'un o yandan bob-stil saçlarıyla ve insanı küçük görürcesine bir bakışı vardır ki unutulmaz. Greta Garbo taş gibi ifadesiz suratıyla ve delip geçen gözleriyle bir baktı mı insan âşık olurdu. Norma Shearer'in, karşısındaki erkeği adeta davet eden öyle bir bakışı vardır ki melek olsa yoldan çıkar; diğer oyuncular da böyledir. Lillian Gish ise, tüm güzelliğine rağmen asla bir "idol" olarak öne çıkamamıştır ama sinema tarihi içindeki önemi inkar edilemez. Sektöre yaptığı katkıyı gözönüne alarak AFI Amerikan Film Enstitüsü, "sinemanın ilk 100 yılındaki en iyi 100 kadın oyuncu" listesinde kendisine 16. sırada yer vermiştir.
Lillian Gish son filminde 94 yaşında rol aldıktan sonra, bir asrı devirip yaşlılıktan kaynaklanan organ yetersizliğinden hayattan ayrıldı.
Sözlerinden alıntılar yaparak tanıtım yazımı bitiriyorum. Ekte videosu ve bazı resimleri var.
**************************************************************************************
Sesli sinemayı hiçbir zaman sevmedim. Bizler sessiz sinemada bambaşka bir sanat anlayışı geliştiriyorduk ama yarım kaldı.
***
Modern filmlerden hoşlandığımı pek söyleyemem. İnsanlar ve arabalar havada uçuşuyor. İnsanların en özel yerlerini bile yakın plan gösteriyorlar. Bana göre değil.
***
Tanrı'ya tüm kalbimle inanıyorum. Ona duyduğum inanç benim için hava gibi bir şey. Hava burdadır, onu göremezsiniz. Ama odadan havayı çekerseniz nefes alamazsınız. Ölüm sonrasında bir şeyler olduğuna da inanıyorum. Tüm bu hayat anlamsız bir çöp yığını olamaz.
***
Ben rol yaparım, işim bu. Hatta gerçek hayatta bile bazen rol yapıp yapmadığımdan emin olamıyorum.
***
Sinemasız bir dünyayı düşünemiyorum. Eğer icat edilmemiş olsaydı ne yapardım, bilemiyorum, hiçbir fikrim yok.
***
Sinema oyunculuğunda 3 şey önemlidir. Güzellikten anlamak, yetenek ve azim. Sanırım bende bunlardan biraz vardı.
***
(Greta Garbo hakkında) Ne diyebilirim ki. O, Greta Garbo. İsveç ormanlarının fırtınaları içinden tepemize sanki bir yıldırım gibi düştü.












