
ÖYLESİNE
Sinemayı severim ama benim gönlümde sessiz sinemanın yeri bambaşka. Hayranlıkla seyrediyorum. Ne yönetmenler, ne oyuncular gelip geçmiş. Bazı istisnalar dışında, şimdiki filmler ve oyuncular onların yanında gözüme hiç gibi görünüyor.
Lon Chaney. Sinemanın kitabını yazan adam. Başlı başına bir efsane. Chaplin ... o da tek başına sinema. Buster Keaton, hiç gülmeden güldüren dev adam. John Gilbert. Bu adam oynadığı rolü yaşıyordu. Birlikte film çevirirlerken Greta Garbo'ya âşık oldu. Hiç şaşırmam. Greta Garbo gibi bir kadına bu kadar yaklaşan her erkeğin başı döner. W.C.Fields. Bu adamın espri anlayışına ve zekasına bugün bile kimse yaklaşamaz. Soğuk, ironik ve bazen kara mizahın büyük temsilcisi. Harold Lloyd. Modern çağların koşuşturmasını ve insan türünün aptallığını ne güzel gösterdi filmlerinde.
Ve kadın oyuncular. Hepsi birbirinden güzel. Hepsi adeta birer sanat eseri.
Greta Garbo. Muhteşem kadın, tapılası kadın. İnsan o yüzü seyretmeye doyamaz. Renee Adoree. Fransız sinemasından gelen güzellik. Ben ona dünyaya inen melek diyorum. Lillian Gish. Ateistleri bile tanrıya inandıracak kadar güzel. Maude Fealy. Duru, saf, katıksız güzellik. Tam bir hanımefendi.
Clara Bow. Onu günlerce anlatabilirim. Yurtdışından 4 kitap getirtip hayatının her ayrıntısını okudum. 1920'lerin çılgın kızı. Tepeden tırnağa dişi ve çekici. Tapıyorum, var mı daha ötesi !
Florence La Badie. Genç yaşta hayattan ayrılan talihsiz güzel. Oyunculuk anlayışı zamanının çok ötesindeydi.
Florence Lawrence. Ömrünü verdi sinemaya. Bir zamanlar onu seyretmek için insanlar salonlara hücum ederdi. Çok ağrı veren bir hastalığa yakalandı ve acılara dayanamayıp intihar etti.
Marion Davies. Sinemanın haşarı kızı. Marlene Dietrich. O buğulu ve büyülü sesiyle söylediği şarkıları bazen rüyalarımda dinliyorum.
Norma Shearer. Her zaman büyük rolleri oynadı ve kendisi de büyüktü. Şimdi oyuncu diye geçinenler bu kadından ders almalı. Bessie Love. İnsan bir görüşte âşık olur. Öylesine çekici ve baştan çıkarıcı.
Theda Bara. Çirkin kraliçe. Ama öyle bir cazibesi var ki, filmini seyrederken o sahnenin içine girip ona sarılmak istiyorum. Kışkırtıcı, vamp. Melekleri bile günaha sokan bir dilber. Anita Page. Bu kadına selam durmak gerekir. Dört dörtlük bir oyuncu.

Olga Baclanova. Rus sinemasının heykel vücutlu kadını. Sert, diri, vücudunun her hattı ile çekici, baştan çıkarıcı...
Ve Louise Brooks. Onu seyrederken dayanamayıp ağlıyorum. Böyle bir güzelliğin ölmüş olması yüreğimi kanatıyor. Benim idolüm, bir numaralı kadın oyuncum. Seyretmeye doyamadığım bir yıldız. Bu kadın 1920'lerin havasını kendisinde topladı. Her hâliyle zarif. Bilgisayarım onun resimleriyle dolu. Bazen bir içki alıp saatlerce onu seyrediyorum. Varsın, adına dünya denilen mücadele içinde milyarlarca insan aptalca koşuşturup dursunlar. Louise, sevgili Lulu, beni bambaşka bir dünyaya götürüyor.
Hepsi öldüler. Mezarlarına artık giden yok. Kararan taşlar, unutulan yaşamlar... ne kadar acı.
Sanırım benim gibi dinozorlar az kaldı bu dünyada. Hâlâ bu yıldızlara âşık olan, onların hayatlarını ezbere bilenler çok az kaldı. Günümüzde, üç tane kitap ismi sayamayan embesillerin dünyasında kaç kişi bilir ki onların ismini...

Ben şikayetçi değilim. Adına TV denen aptal kutusundaki bir sürü siyasetçinin ucuz nefretlerle dolu iğrençliklerini seyredeceğime bu güzellikleri seyretmeyi tercih ederim. Artık kutsal bir davam yok. İnsanlara bağıra çağıra anlatacağım iddialarım yok. Açıkçası, dünya umurumda değil. Nasıl olsa, öyle de böyle de dünya dönecek. Bebekler doğacak, büyüyecek ve ölecek. Pek çok insan yaşadıklarının bile farkına varmadan ölüp gidecek ve perde inecek.
Yaşamın anlamı mı? Bilmiyorum. Sadece, bir takım insanların yaşamın anlamını bildiklerini iddia ettiklerini biliyorum. Hiçbiri umurumda değil.
Gece, sessizlik, sinirlerimi gevşeten bir içki ve sonra gelsin önüme o sihirli dünyanın yıldızları. Gerçek denilen şey defolsun gitsin. Charles Bukowski'yi, o serseri ama altın yürekli ayyaşın söylediklerini hatırlıyorum: "Sadece sanattır hayatı katlanabilir kılan."
Bu da öylesine bir yazı işte. Ciddiye almayın. Bir yerlerde insanlar birbirlerini öldürecek. Devlet adamı denen piskopatlar kendi kutsal davalarını anlatacak. Sayısız insan onlar için birbirlerine küfürler edecek.
Bense sadece o eski yıldızları seyredeceğim. Sessizce. Hiçbir hayatı yargılamadan. Oldukları gibi seyredeceğim. Sonra bir gün perde benim için de kapanacak. Bundan şikayetçi değilim. Başlayan her film bir yerde bitmek zorundadır ve onu güzel kılan şey budur.
Başınızı ağrıttığım için kusuruma bakmayın. Saygılar.