
Stacia Napierkowska (1886-1945)

Müzik ve sinemanın birleşimi olan bir sanat mucizesidir Stacia Napierkowska.
1886 yılında, her zaman sanatın ve erotizmin başkenti olan Paris'te, Renée Claire Angèle Élisabeth Napierkowski ismiyle doğdu. Ailesi Polonya göçmenleriydi. Küçük yaşta baleye gönül veren Stacia ailesinin de desteğiyle temel müzik ve bale eğitimi aldı. Genç kızlığa girdiğinde meşhur Folies-Bergère revüsünde kadroya dahil edildi. Daha sonra farklı revü gösterilerinde ve Opéra Comique için sergilenen Çingene Tatili operetinde yer aldı.Sahnedeki güzelliği, estetiği ve uçarcasına yaptığı danslarıyla zaman içinde binlerce sanat severin ilgisini kazandı.
1908 yılında gelindiğinde Stacia "Opéra Comique" bünyesinde çoktan bir sahne yıldızı olmuştu ve ilk film teklifini aldı. Kısa metraj bir film olan Kızıl Pençenin İzi filminde oynadı. Bir film eleştirmeni onu şöyle anlatmıştı: "Mükemmel fiziği, uzun dalgalı saçları ve kapkara gözleriyle bu kız bize egzotik iklimlerin büyüsünü taşıyor." Stacia, dansı ile sinema sanatını birleştirerek kariyerine devam etti: 1909, Hella'nın dansı filminde zehirlenen ve bir ölüm dansını oynayan periyi canlandırdı; ardından 1910 Cleopatra ve 1911 Küçük Kuşların Ekmeği filmlerinde başrol aldı. Bunu büyük bir yapım takip etti. Victor Hugo'nun ölümsüz eseri Notre Damme Kamburu filminde Quasimodo rolünü oynayan Henry Krauss'a karşı Esmeralda rolüne çıktı. Film kariyeri sürerken turnelere de gidiyor ve Avrupa'nın en büyük müzikhollerinde sanatını sergiliyordu. Moskova kraliyet balesi, bir dönemin sanat şehri St Petersburg, ardından Londra sahnelerinde bale gösterilerinde bulundu. 1912 yılında İspanya'da katıldığı bir sanat turnesinde Max Toréador filminde oynadı.

1913 yılında bazı revü sahiplerinin araya girmesiyle Stacia ABD'ye davet edildi. Burda birkaç revü gösterisinde yer aldı. Fakat gösterileri sansür kurulundaki bazı kişilerin öfkesini çekmişti ve bir akşam sahnedeyken bir rezalet yaşandı. New York'ta sahnede dans ederken salonu aniden polis bastı. Stacia tutuklandı ve nezarete atıldı. Polise engel olmak isteyen görevliler tartaklandı. Çıkarıldığı mahkemede "uygun olmayan, halkın ahlak duygularını rencide eden ve çıplaklık içeren faaliyetlerden" dolayı suçlandı. Derhal organizatörler devreye girdiler ve gereken kefaret ücretini yatırıp Stacia'nın serbest kalmasını sağladılar. Bu olanlara çok sinirlenen Stacia turneyi yarıda kesti ve anavatanı Fransa'ya geri döndü.
Fransa'ya döndükten sonra New York Times Paris şubesi için yaptığı söyleşide ABD seyahati için şunları söyledi: "Doğrusu, Amerika'dan kalbim kırık bir şekilde ve hiç hoş olmayan anılarla ayrıldım. Hayatım boyunca bu kadar dar kafalı insanı birarada görmemiştim. Bazı Amerikalılar sokakta insan gibi yürümesini bile bilmiyorlar."
Aslında biraz haksızlık etmiş. 1800'lerin sonunda başlayan ve 1930'lara uzanan yıllarda Amerika'da tam bir sanat patlaması yaşanmıştı. Başta Broadway müzikholleri ve Ziegfeld revüsü olmak üzere, ülkenin bilhassa sahil kesimlerinde birbirinden güzel kızlar ve yakışıklı erkekler çeşitli gösteriler düzenlemekteydi. Bu ortamda sayısız sessiz sinema yıldızı yetişecek ve artık klasik olan filmlere imza atacaklardı. Sanırım Stacia bir talihsizliğin kurbanı oldu ve böyle bir muameleye uğradı.
Fransa'da Stacia film kariyerine devam etti. Dönemin bir başka güzel yıldızı Musidora ile birlikte "Les Vampires" Vampirler isimli bir film serisinde yer aldı.
Bu arada, dünyadaki siyasî ortam iyice gerginleşmiş ve I. Dünya Savaşı kapıya dayanmıştı. Milyonlarca insan savaşa sürüklenirken Stacia İtalya Roma'ya geçti. Burda 1915'te bazı sessiz filmlerde oynadı. Ardından, sinema kariyerinin en önemli filminde, 1921'de fantastik bir yapım olan L'Atlantide içinde Atlantis kraliçesi Antinéa rolüne çıktı. Film Cezayir'de çekilecekti ve filmin yönetmeni olan Belçikalı Jacques Feyder bu güzel yıldızla ilgili anısını şöyle anlatmıştı:
"Bayan Napierkowska hayran olduğum bir dansçıydı. Onu ilk olarak Paris'teki bir gösteride seyretmiş ve bir filmimde oynatmayı kafama koymuştum. Nihayet yapımcı firmanın da onay vermesiyle onu Atlantis kraliçesi rolü için uygun gördük. Soğuk bir Aralık günü öğleden sonra kontrat imzalamak için ofisime geldiğinde, onu karşımda görünce ne kadar heyecanlandığımı anlatamam. Sanki bir rüya kraliçesi gibi karşıma oturdu, sözleşmeyi şöyle bir okudu, kendi isteklerinin anlaşmaya dahil edilmesini istedi ve imzayı attı. Üzerinde tek parça bir elbise ve yerlere kadar uzanan bir kürk vardı. Onu bu anlaşmayı kutlamak için arkadaşlarımla birlikte yemeğe davet ettim. Sadece "sette görüşürüz" dedi ve ofisimden ayrıldı."
Cezayir'deki yorucu çekimlerden sonra film gösterime girdiğinde büyük ilgiyle karşılandı, sessiz sinemanın baş yapıtlarından biri oldu ve Stacia Napierkowska sinema efsaneleri arasındaki yerini aldı. Bu yapımdan sonra Stacia bir iki filmde daha oynadı, sessizce gösteri dünyasından çekildi ve 1945 yılında doğum yeri olan Paris'te gözlerini dünyaya kapadı. Özel hayatı, (varsa) evliliği veya aşkları hakkında hiçbir bilgi bulamadım. Ekte bazı resimleri var.










